En
Eski İnanç/Din Hakkındaki Çalışmalar 1
İnsan, gündelik yaşamını sahip olduğu inançlarıyla sürdüren bir canlıdır. Dini inançları diğer inançlardan ayıran şey ise kutsal kabul edilen bir kaynakla ilişkili olmalarıdır. Dahası din kavramı ile dini inançta aynı şey değildir. Bir inancın din seviyesinde kabul edilmesi için antropologlar belli başlı şartlar aramaktadırlar. Max Muller sadece Yüce bir varlığın kabulünü bir din değil, bir felsefe olarak nitelemiş ve dinden bahsedilebilmesi için kişinin ahlaki tutumuna/eylemlerine yönelik olması gerektiğini savunmuştur. Antropoloji açısından dinin varlığını teyit eden diğer iki hususta ibadetler ve ortak inanç etrafında birleşen topluluktur. Şunu da belirtmek gerek ki tüm antropologların katıldıkları ortak bir din tanımı yoktur.
"19.
yüzyılda dinlerin kökeniyle ilgili olarak geliştirilen ve yaygın
hale gelen görüşler beş ana gruba ayrılabilir. Öyle ki bu
konuda fikir üreten daha farklı görüşler bile ancak bu beş
gruptan biri içerisine dâhil edilebilecek kadar orijinal
görülmüştür. Bu beş okul şunlardır: Naturizm
(Max Müler, 1823-1900), Animizm
(Edward B. Tylor, 1832-1917),
Atalar Kültü (Herbert
Spencer, 1820-1903), Totemizm
(Emile Durkheim, 1858- 1917) ve
Monoteist Okul (Wılhelm
Schmidt, 1868-1954). " (Dr.
Fatma aygün, Kelam Araştırmaları Dergisi, cilt 14 ,sayı 1 ,2016
, Sayfa 203-215)
Sayılan
bu beş görüşten ilk dördü ortak bir varsayımdan yola
çıkmaktadır. Yahudilik ve Hristiyanlık gibi monoteizm temelli
dinleri en gelişmiş dinler olarak görmekte ve Tanrı anlayışının
ancak insanlığın gelişip belli bir seviyeye erişmesiyle
oluşabileceğini kabul etmektedirler. Bu sebeple insanlığın ilk
dini inancının Monoteist(tek tanrıcı) olmayan bir inanış olması
gerektiğini ileri sürmektedirler. Dört görüşünde ortak paydası
bu olduğu için bu dört görüşün, dinlerin evrimi teorisinin 4
farklı versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Monoteist okulun görüşü
ise dinlerin evrimi teorisiyle tamamen zıttır ve insanlığın ilk
dininin tek tanrılı olduğunu savunmaktadır. Bu ekolün en
önemli temsilcisi Wilhelm Schmidt'tir ve bu yazıda onun çalışmaları
ve görüşleri tanıtılıp , dinlerin evrimi düşüncesine karşı
oluşturduğu argümantasyon ele
alınacaktır. Aslında İtalyan antropolog Pettazzoni
hem dinlerin evrimini reddetmiş
hemde Wilhelm Schmidt'in görüşlerini şiddetle eleştirip yeni bir
görüş oluşturmuştur ama çoğu yerde monoteist akımın
içerisinde ele alınmaktadır.
Pettazzoni'nin eleştirilerini
ikinci yazıya bırakıyorum.
(Bu
yazı büyük ölçüde iki makaleden derlenen bilgilerle
oluşturulmuştur. Bu makaleler kaynakça da belirtilmiştir. Bu iki
makale dışından gelen bilgiler için kaynak hemen bilginin yanında
verilmiştir. )
Monoteist
Okulun Ortaya Çıkışı:
İngiliz
antropolog Edward Burnett Tylor (1832-1917)
Naturizm fikrini reddedip ilk din olarak animizm fikrini ortaya
atmıştı ve hiçbir ilkel kabilede monoteizme (tek tanrılı
inanca) rastlanmadığını iddia
etmişti. Gerçi
Tylor'un ve diğer teorisyenlerin bilgileri Afrika'ya giden
gemicilerin oradaki zenci kabileler hakkında söylediklerinden
kaynaklanıyordu.(Max
Müller'e Göre Dinin Ortaya Çıkış Sürecinde Sınırsız
(Kutsal) Fikri, Dr.İbrahim
Ethem KARATAŞ,Gazi
Anadolu Lisesi/Muğla)
Tylor'un
sadık öğrencisi olan, İskoçyalı şair, gazeteci, tercüman ve
romancı Andrew Lang (1844-1912), hocasının monoteizm hakkındaki
görüşlerini paylaşıyordu. Tylor gibi Lang'da monoteizmin uzun
bir evrim sürecinin sonucunda animizden türediğini kabul ediyordu.
1887 yılında yayımlanan Myth,
Ritual and Religion adlı
kitabında Lang'ın hocasının görüşünü benimsediği görülüyor
fakat Andrew Lang sonradan fikir değiştirmiştir. Hatta bazı
vahşilerin Hristiyanlar kadar monoteist olduklarını iddia
etmiştir. Adrew Lang Avustralya
ve Bengal Körfezinde yer alan Andaman adalarında yaşayan
kabilelerin inançlarını inceledikten sonra fikir değiştirmiştir.
Avustralya ve Andaman adalarındaki çok ilkel kabul ettiği
kabilelerin inancında Yüce tanrılara rastlaması onun fikirlerinde
köklü bir değişikliğe yol açmıştır. Hocası olan Tylor,
Tanrı inanışının ilkel düzeyde bulunmasının mümkün
olmadığını ve bu düzeyde doğa ruhları ile atalar kültünün
olması gerektiğini savunmasına karşın Lang, incelediği
kabilelerde ne atalar kültüne ne de doğa kültlerine rastlamıştır.
Andrew Lang Tanrı fikrinin vahşiliğin en alt seviyesinde de
olabileceğini yani en eski dini inanışın Tanrı(Yüce
varlık)
inancı olması gerektiğini düşünmüştü.
Robert
R. Marett gibi birçok antropolog, Lang'ın bu görüşünün hem
evrimci düşünceye hem de bu sözde vahşi halkların “yarı
hayvan biçimindeki statülerine” uygun düşmediğini ileri
sürerek eleştirmiştir. Andrew Lang'ın görüşleri kendi
ülkesinde (ingiltere'de) pek itibar görmemişse de diğer ülkelerde
birçok bilim adamı tarafından ele alınarak Antropoloji ve Dinler
Tarihi alanlarında inceleme konusu yapılmıştır. Lang'ın bu
konudaki görüşlerini yankılandırarak derinleştiren
araştırmacıların başında Alman Katolik din adamı, etnolog ve
dil bilimcisi Wilhelm Schmidt (1868-1954) gelmiştir.
Wilhelm
Schmidt'in Metodu:
Andrew
Lang'ın en ilkel kabilelerde bile Yüce Tanrılar keşfetmesinden
oldukça etkilenen Schmidt, Lang'ın metodolojik açıdan
eksikliklerini de fark ederek ilkel denilen topluluklardaki kültürel
katmanları belirleyen sağlam bir tarihsel metot olmadan tanrı
kavramının kökeni gibi hassas bir konuda söz söylemenin mümkün
olmayacağını düşünmüştür. Bundan dolayı Schmidt,
antropologların çoğunun benimsediği tarih dışı yaklaşımlara
şiddetle karşı çıkmış ve Alman Etnolog Robert F. Graebner'in
(1877-1934) tarihsel etnolojisi ve özellikle de etnolog Friedrich
Ratzel'in (1844-1904) başlatıp öğrencisi Leo Frobenius'un
(1873-1938) geliştirdiği kültürel devre veya alan/kültür
çevreleri (Kulturkreis)
teorisini benimsemiştir. 20. yüzyılın başlarında Alman
Antropoloji Okulunda hâkim olan bu teorinin temel ilkesi, insanlığın
dünyanın belirli bir yerinde meydana gelerek yeryüzüne yayıldığı
düşüncesine dayanmaktadır. Schmidt'e göre daha sonra gerçekleşen
göçlerle birlikte kültür, değişime uğramıştır. Değişik
kültürlerdeki benzerlikleri ve farklılıkları izah etmeyi
amaçlamak üzere geliştirilen yayılma kanununa göre
en geniş çapta yaygın olan bir unsurun en eski olması
gerekmektedir. Kulturkreis
teorisine
göre tarihsel katmanlaşma sayesinde arkaik, hatta “ilk”
gelenekleri daha sonraki gelişmeler ve etkilerden ayırt etmek
mümkün olacaktı.
Tarihsel Etnoloji, Avustralya'nın güney-doğusunda yaşayan
kabileleri, Pigmeleri, Asya ve Amerika'nın kuzeyinde yaşayan bazı
kabileleri ve Fuegienleri en eski uygarlıkların kalıntıları
olarak değerlendirmektedir. Bu kalıntılardan hareketle Schmidt,
başlangıçtaki dinin ortaya konulabileceğini düşünüyordu.
Schmidt'e göre Tarihsel Etnoloji sayesinde insanlığın ilk
dönemlerine yaklaşarak en eski din şeklini keşfetmek mümkün
olacaktı. Avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdüren
ilkel kabilelerin (Urvölker) dinlerini bilmek bu bakımdan son
derece önemli idi. Zira bu halklar gelişim safhasının en
başlarında bulunmaya devam ettikleri için bunların dini de ilk
insanların dinine yakın olmalıydı.
Schmidt
Kendi metodunu şöyle açıklıyor:
"İnsanlığın
menşei olarak birlikteliğini bir defaya mahsus kabul edersek,
görülür ki, şimdi ilk basamakta bulunan ilkeller, gelişimin uzun
bir zamanını ortaya koyar ki, bu gelişim başlangıçtan itibaren
vardı ve bir birinden ayrılan kültürler arasından günümüze
geçip gelmiştir. İşte bu süreç içerisinde dinde değişmeler
meydana gelmiştir. Şimdi mevcut ilkel kültürlerin din biçimleri
içinde dinin ilk biçiminin kolayca bulunamayacağından eminiz.
Yine de biz ilkel dinleri ortak çalışarak ve buradan çıkan
sonuçların canlı bir sentezini yaparak, bu dine bir adım daha
yaklaştığımız düşüncesindeyim"
Yani,
insanlığın ortak kökeni olan ilk toplumun belli bir dini vardı.
Bu toplum yeryüzüne yayılıp farklı milletlere bölünürken
insanlar dinlerini gittikleri yerlere götürdüler fakat
geçirdikleri süreçler ve maruz kaldıkları şartların etkisi
altında inançlarında değişiklikler meydana geldi. Yinede bir çok
kültürün içerisinde ilk toplumun inancına ait unsurlar az yada
çok korunmuş olarak bulunmalıydı. Çünkü insanlar mekan
değiştirirken tamamiyle yeni inançlar/dinler ortaya koymak yerine
eski inançları üzerinde değişkilikler yaparak yeni inançlar
oluşturmuş olmalıydılar. Öyleyse en yaygın olan unsurlar ilk
dine ait unsurlar olmalıdırlar. Bu durumda herhangi bir ilkel
kabilenin dini elbetteki ilk dinden farklı olabilir ama tüm ilkel
kabilelerin dinleri ortaya konup ortak noktaların listesi
çıkarılırsa, bu liste sayesinde ilk dine yaklaşılmış
olacağını düşünüyor.
Avcı
Toplayıcı Kabilelerin Dini İnanışlarından Örnekler
Pigmeler
Wilhelm
Schmidt'in kabulüne göre en eski ilkel kültür Pigmeler'inkidir.
Pigemlerin
genelinde Tek bir Yüce Varlığa inanılır. Pigmeler’de, Yüce
Varlık,sadece ahlaken iyi değil aynı zamanda da insanların
ahlaklılığı için kanunlar koyandır. O, insanları, her şeyi
bilmesi ile gözetlemektedir ve insanların adaleti çiğnemesi
halinde sadece bu dünyada değil aynı zamanda da öbür dünyada da
cezalandırmaktadır. Asya ve Afrika Pigmeleri'nde, Yüce
Varlık,işlenmiş suça göre merhametlidir ve onları af edicidir.
Bütün
Pigme kabilelerinde, Dünyayı ve insanları yaratan Yüce
Varlık’ın yaratıcı gücüne inanma önemli bir ortak
özelliktir.
Diğer
dinler karşısında Pigme dinlerinin genel tek Tanrı karakteri daha
belirgin bir özelliktir. Ne Asya Pigmenlerinde ne de Afrika
Pigmelerinde ölü inanışı yoktur. Bütün Pigmenlerde ve
pigmoitlerde ölüyü doğrudan toprağa defnetme adeti vardır . W.
Schmidt’e göre, ‘’Pigmelerde Yüce varlığın bizzat kendisi
ebedi ve nedensiz olan bir tanrıdır. Bütün varlıkları
yaratmıştır ve onlara görevlerini göstermiştir. Schmidt’in
tespitine göre Pigmenlerde , Manizm özelliklerinden olan ölüye
yemek vermek, bir alet ve silahı mezara koymak, cesetle birlikte
sevdiği şeylerin mezara konması, ölünün çağrılması’’
gibi
özellikler bulunmamaktadır.
Pigmelerde,
Yüce Varlık, ilk başlangıç zamanlarında insanlarla birlikte
büyük bir içtenlik içinde yer yüzünde yaşamıştır. İnsanlara
sanatı,ustalığı,toplumsal, ahlaki, dini öğretileri ve soyun
kanunlarını koymuştur. Sonra Yüce Varlığa karşı insanların
her hangi bir suçundan dolayı o, yer yüzünü terk etmiştir.
Şimdi o, gök yüzünde oturmaktadır.
Yüce
Varlık’a tapınma ve onun yüceltilmesi dua, kurban ve
seremonilerde kendini göstermektedir.
Hayvansal
ve bitkisel besin maddelerinden kurban yapılır.
Tanıdığımız
dinlerin en eski aşamasında ne bir tapınak ne de tanrı resimleri
ve ne de dini anlatan maddi nesneler vardır. Bu ilkel kabilelerde
genellikle büyücülüğün, totemizmin ve atalar ibadetinin hiçbir
özelliğine rastlanılmamaktadır.
Bu
kabilelerde Tanrı'nın ikamet yeri olarak gök yüzü gösterilerek
işaretle ‘’orada yukarıda’’ bir yer göstermektedirler.
Daha önceleri insanların yanındaydı ve onlarla beraber
yaşıyordu,onlarla konuşuyordu. Günlerden bir gün onların
suçundan dolayı ayrılık geldi. Onlar Tanrının tekrar geleceğine
ve barış, bolluk ve mutluluk getireceğine inanmaktadırlar.
Onlar, Tanrının ebediliğine ve ölümsüzlüğüne
inanmaktadırlar.
Yüce
Varlık inancı Pigmen dininde hakim bir şekilde ön plandadır.
Yüce varlığın başlıca ismi Kmvum’dur. Diyalektik
varyasyonları içinde Mvum, Mvume, Mvuma olarak da telaffuz
edilmektedir. Pigmenler,Yüce varlık’ı diğer bütün varlıkların
üstünde bir varlık olarak onu en yücelikle nitelendirmektedirler.
Onlar Yüce Varlıkla ilgili bir soruya şöyle cevap vermektedirler:
‘’ Tanrı önce de var idi, şimdi de vardır ve var
olacaktır.Ruhlar yukarıda, insanlar aşağıda ve Tanrı tektir.
Tanrı yaşlı (Efendi, Baba)dır. O, her şeyden yüksekte ve her
şeyin yöneticisidir. O, insanların atasına bütün bir yurdu
sonsuz ormanlarıyla ve bütün zenginliği ile teslim etmiştir.
Gabun-Pigmelerinde
Yüce varlığın ebedi oluşunu anlatan bir mitolojide şöyledir:
"Ormanda
benim gibi ve senin gibi insanlar var mıydı? Hayır. Önce, daha
önce ormanda hiç insan yoktu. Peki,başka yerde var mıydı? Hayır.
Ve daha önce. Daha önce tek başına Kmvum vardı. Hiçbir kimse
olmadan o vardı."
Pigme’lerin
sosyal yapıları da tek eşlilik vardır. Genç erkek ve kızlar eş
seçiminde serbesttirler. Ailede kadın erkekle aynı haklara
sahiptir. Kültürün gelişmişliğni gösteren dokumacılık ve
çömlekçilik yoktur. Bütün pigmen kabileleri silah ve alet
malzemesi olarak odun, kemik ve (kesici)olarak midye kabuğunu
kullanmaktadırlar.
Aile
arasındaki ilişkiler iyidir.Çocuk ve ebeveyn öldürme adeti de
mevcut değildir. Kölecilik yoktur.
Güney
Doğu Avustralya Kabileleri
Wilhelm
Schmidt'e göre:
Güney-Doğu
Avusturalyalılarda Yüce varlığın tek tanrı karakteri daha
sonraki kültürlerin etkisinde (totem kültürünün etkisi ile)
yüce varlık ikinci plana düşmüştür. Ancak bu kültürlerde
Yüce varlığı karartmaya yetmemiştir. Burada Yüce varlık
yüceltilen baba şekline dönmüştür. Soy kurucu baba Yüce
varlığın altında yaratılmış olarak ortaya çıkmaktadır.
Yuin-Kurilerde
ay mitolojisi, ana hukuna dayalı kültürlerden, Wiradyuri-Kamilaroi
kabilelerinde totem kültüründen özellikler taşımaktadır.
Örneğin Soy kurucu baba ‘’Daramulun’’ yüce varlık
olmuştur.
Güney-Doğu
Avustralyalılar Yüce varlığı’’ baba’’ diye
adlandırmaktadırlar. Wiradyuriler’de yüce varlık ‘’her
şeyin babası’’ olarak, Yuin-Ngarigo ve Euahlayiler’de ‘’baba
‘’, en eski Yuin gruplarında ‘’bizim babamız olarak anlam
kazanmıştır.
Güney-Doğu
Avustralyalılarda Tanrı mücessem bir özellik kazanmıştır.
İnsanlar mücessem bir varlıktan yana tavır takınıyorlar.Tanrıyı
görme taraftarıdırlar. Örneğin ’’Yuin’lerde ‘’Daramulun’’,
Kamilaroi’lerde ‘’Baiama’’kabilelerinde olduğu gibi Yüce
varlık görülemediği takdirde onu görülebilir yapan özellikler
ortaya çıkmaktadır. Gök gürültüsü Yüce varlığın
kendisi değil ,ancak onda bulunan bir özelliktir. Gök gürültüsü
bu kabilelerde Yüce varlığın sesidir.Onunla O, yağmuru çağırır.
Kulinlerde
Yüce varlık ‘’bundjil’’ dir. İnsanların babasıdır.İyilik
sahibidir. Kötülük istemez. O,soyun iyilik sahibi
kralıdır.İnsanları yaratalıdan beri onlara hayat için lüzumlu
olan her şeyi gönderdi ve her şeyi öğretti. Yüce varlığın
özellikleri,bu ilkel kültür çevrelerinde tabiat nesnelerine
dönüşmüştür . Yüce varlığın her bir özelliği her bir
tabiat nesnesine atfedilmiştir. Bütün bunların arkasında bir
Yüce varlık vardır.
Güney-Doğu
Avustralya kabilelerinde Yüce Varlık’ın ikamet yeri olarak gök
yüzü gösterilmektedir. Bu kültürlerin yüce varlıkları
önceleri yer yüzünde insanların yanındaydı. O, hayatın bütün
sanatlarını, toplumsal ve dini kanunları onlara öğretmiştir.
Sonra da gök yüzüne çıkmıştır. Önce soy kurucusu ebeveynleri
yaratmıştır.Yüce varlık ebedidir. Ölmez. O,bütün her şeyin
başlangıcında vardı.Her şeyi bilendir. Her yerde hazır ve
nazırdır. İnsanların tutumlarını ahlaken denetlemektedir.
(Tüm
bunlardan benim çıkardığım şey her şeyin başlangıcında var
olan , ebedi ve ezeli bir yüca varlığa ve onun hükmünün
devamına inanmakla birlikte totemlerin temsil ettiği farklı
inanışlara da sahipler. Schmidt farklı inanışların sonradan
geliştiğini savunuyor.)
Kuzey
Amerika Yerlileri'nin Dinleri
İlk
etapta W. Schmidt, Kuzey Amerika’da Kuzey Merkez Kaliforniyalıları,
Algonkinleri,Ren geyiği avcılığı yapan Eskimoluları, Güney
Amerika’da Ateş Ülkesi yerlileri kabilelerinden Yamana,
Halakwulup ve Selknam kabilelerini ilkel kültürler olarak
addetmektedir.Schmidt bunların haricinde diğer bütün kültürleri
yüksek toteme dayalı avcı ve ana hukukuna dayalı ziraatçı
kültürler olmak üzere kültür çevrelerine ayırmaktadır.
Kutup-Kuzey
Amerika ilkel kültürlerinin uzunca bir süre Kuzey-doğu Asya’da
dağılmadan dinleri ile birlikte bulunduğunu kabul eden Schmidt,
şimdiki yerlerine ortak irsi miraslarını da beraberinde
getirdiklerini ve onları korudularını kabul ediyor. Ancak çok
daha sonra önemli kültür öğelerinden bazılarını kolayca
kaybettiler. Schmidt burada yüce Tanrı tasavvurlarının
çeşitliliğine rağmen gerek prensip noktasında gerekse detayda
kayda değer benzerliklerin olabileceğini kabul etmektedir. Eski
halklar çerçevesinde bu benzerlikleri ortaya koymak Schmidt’in
ana düşüncesini oluşturmaktadır.
Kuzey
amerika Yerlilerinde ‘’ Yaşlı ‘’ ‘’ Ölümsüz’’
gibi isim ve sıfatlara sahip Yüce Varlık anlayışları vardır.
‘’baba’’ ve ‘’orda yukarıda oturan Yüce varlık"
olarak telakki ediliyor. Bu kabilelerde "Yaratıcı" ismi
çok yaygındır.
Yüce
varlık hemen bütün Kutup-Amerika ilkel kültürlerinde,ışık,
aydınlatan,ışığın ta kendisi şeklinde tasavvurlara sahipler.
Yüce
varlığın ikametgah yeri olarak Gök yüzü gösterilmektedir. En
eski kutup ve Kuzey Amerika ilkel kültürlerinde tanrı daha
önceleri yer yüzünde insanlarla birlikte yaşadığı,insanları
eğittiği ve sonra gök yüzüne çıktığı anlatılmaktadır.Bu
Yüce varlığın Gök yüzüne yolculuğu bütün ilkel kültürlerin
hemen hepsinde vardır. Bazı gruplarda,Güneş ve ay onun gözüdür
şeklinde
somut bir anlayışta vardır. Bu anlayış monoteizmi karartacak
şekilde değildir.
Bu
kabile dinlerinde de Yüce Varlık’ın sıfatları şu şekildedir
: O, ebedi,sonu ve başlangıcı olmayan bir varlıktır.
Yaratılmamıştır. Ölümlü olan hiçbir şeye tabi değildir.
Tanrı her yerde hazır ve nazırdır. Alimdir. Her şeyi bilendir.
Yüce Varlık her şeye kadirdir.Gücü her şeye yeter. Yüce Varlık
iyilik sahibidir. Ahlaki kanunlarını çiğneyenleri cezalandırır.
Bu
ilkel kültürlerde Tanrı-alem ilişkisinde Yüce Varlık, besinleri
yaratıp onları insanlara sunmuştur. Onların Yüce Varlık’ı
başlangıçta ölümü istememesine rağmen ahlaki kanunların
çiğnenmesinden dolayı ölüm ve hastalıkları ceza olarak
göndermiştir. Yüce varlık,dua, kurban ve ayinlerle tebcil
ediliyor. Bu ayinlerle ve özellikle gençliğe geçiş törenlerinde
Yüce varlık kültü kendini göstermektedir. Yüce varlığın
emirleri, Kuzey merkez Kaliforniya ilkel kültürlerinde,Kabile
kurucu baba tarafından sözlü olarak takdis merasimlerinde
bildirilmektedir. Daha önce bahsedilen Pigme kabilelerinde, takdis
merasimleri kabilenin gelenekleri ve dinleri çocuklara
öğretilmektedir. Kuzey-Batı Maidularında, Tanrının
kendisi,insanları eğitmiş ve soy kurucu babanın aracılığı ile
insanlar takdisleri yerine getirmişlerdir.
Avcı
– Toplayıcı Kabilelerin Dinlerinde En Yaygın Olarak Görülen
Ortak Noktalar:
Schmidt’e
göre en eski ilkel kültürlerin dinlerini ortaya
koyduktan sonra Yüce Varlık’ın ortak özellikleri şu şekilde
ortaya çıkmaktadır:
1.
Bu yüce Tanrı ebedidir.
2.
İlmi ezelidir.
3.
İnayet sahibidir.
4.
Ahlaki bir varlıktır.
5.
Mutlak kudret sahibidir.
6.
Her şeyin yaratıcısıdır. Yoktan yaratmıştır.
7.
Kanun koyucudur.
8.
İyileri ödüllendirici ve kötüleri de cezalandırıcıdır.
Wilhelm
Schmidt, ilkel halkların Yüce Varlıkla ilişkisini aşağıdaki
biçimde belirlemiştir:
1.
İnsanların onun yüce gücünü ve ahlaki yüksekliğini tanıması.
2.
Dua etmesi
3.
Kurban sunması
4.
Dini törenler yapması
En
eski dinin kaynağı ile ilgili bir durum tespiti daha yapan Schmidt,
insanların bu dinin taşıyıcısı oldukları ve bu dini kimden
öğrendin sorusuna gelenek vasıtasıyla babalarından,o da onun
babasından öğrendik biçiminde cevap alınmıştır. Yine bu dinin
inanç ve pratikleri baba tarafından ailede öğretilmektedir.
Schmidt’in
ilkel din incelemesi, bütünüyle olumsuz ögelerden yoksun, ideal
ve mükemmel bir din olarak sunulmaktadır. Schmidt’e göre olumsuz
öğeler, daha sonradan komşu olan insanların etkisi altında veya
iç bozulma süreçleri yüzünden ortaya çıkmıştır. Böylece
detaylı karşılaştırmalı analizlerde ve ayrı ayrı sentezleri
genellemede bu olumsuz öğeler atılmıştır
Schmidt'in
konuyu özetleyen sözleri:
"Şimdi
bir bakışta ilkel uygarlıkların ve bunların ortaklaşa
paylaştıkları Yüce Varlık inancının yayılışını göz önüne
getirirsek hiç de anlamsız ve belirsiz bir şeyin söz konusu
olmadığını fark ederiz. Bu uygarlıklar, bir kemer gibi Eski
Dünyanın güneyinin yarısını çevrelemekte ve bu kuşağı
Ges-Tapuyalar, Yeni Dünyaya uzatmaktadır. Bunların şu an
yaşadıkları adalar, kıtaların en ücra köşeleri, sıradağların
ortası, bakire ormanların içi gibi kenar bölgelere itilmiş
olması daha yoğun ve eskiden beri süregelen yayılmayı
göstermektedir. İkinci ve üçüncü aşamada bunların kuzey ve
güney kültürleriyle birlikte dünyanın en uç köşelerine
yayıldıklarını görüyoruz. Yeni uygarlıkların hiçbirinin
böyle bir coğrafî yayılma gerçekleştirmediği söylenebilir.
Eğer şimdi bu devasa alanın genişliği içerisinde her yerde
parçalar hâlinde olsalar da ilkel halklarda bir Yüce Varlık
inancı görünüyorsa, bu inancın en eski insan uygarlığının
büyük bölümünü oluşturduğunu ve insanlığın çeşitli
gruplara ilk bölünmesinden önce durumun böyle olduğunu kuşkusuz
kabul etmek gerekecektir."
Andrew
Lang ile Schmidt'in Görüşlerinin Karşılaştırılması
Andrew
Lang'ı Schmidt nazarında önemli kılan en temel hususlardan biri,
Max Müller‟in natüralizm teorisini çökerttikten sonra animizmin
de temel tezini çürütecek deliller sunmasından kaynaklanmaktadır.
Lang,
Avustralya'nın güney ve güney doğusunda yer alan kabilelerde,
Andaman adalarında, Güney Afrika‟da yaşayan Bushmen kabilesinde,
Kuzey Amerika yerlilerinde, Güney Amerika kızıl derililerinde vs.
yüce varlık inancının bulunduğunu göstermiştir. Ancak
Schmidt'in aksine Lang, hiçbir zaman ne doğrudan ne de dolaylı
olarak bu inancı herhangi bir vahiy biçimi ile
ilişkilendirmemiştir.
Animizm
teorisine göre ruh kavramının Tanrı düşüncesine göre önceliği
bulunmaktadır. Oysa Lang, Avustralya'daki, Andaman adalarındaki
kabileler ve Bushmenler gibi en ilkel kabilelerde ruhlara ilişkin
herhangi bir kült icra edilmediğini ortaya koyarak animizm
teorisinin üzerine oturduğu temel dayanaklardan birini daha yıkmış
oluyordu. Ancak Lang'ın animizmi kökten reddetmediğini göz ardı
etmemek gerekir. Lang'ın asıl itirazı, bu düşüncenin, dinî
hayatın başlangıç noktasına yerleştirilmesinedir. Myth, Ritual
and Religion adlı kitabının 1899 yılında yapılan yeni
baskısında Lang'ın dinin ilk şekli konusunda Tylor'un teorisinden
ne derece uzaklaştığı net bir biçimde görülmektedir. Bu yeni
baskının önsözünde Lang, mevcut bilgilerin, dinin kökeni
hakkında bilimsel bir teori inşa etmek için yeterli olmadığını
ve belki de bunu yapmanın hiçbir zaman mümkün olmayacağını
ifade etmektedir.
Lang
her ne kadar ilk din şekli hakkında bir hükme varabilmek için
yeterli malumat bulunmadığına dikkat çekse de tanrı fikrinin
doğuşu hakkında fikir yürütmekten de geri durmamaktadır. Lang'a
göre insan, eşyanın meydana geldiğini fark ettikten sonra
kendisinin yapmadığı ve yapamayacağı şeyleri meydana getiren
birinin bulunduğu sonucuna varmıştır. Bilinmeyen bu şahsiyet,
doğanın üstünde yer alan yüce bir insan olarak telakki
edilmiştir. Bu düşünceden hareketle Lang, dini, “manevî
varlıklara inanç” şeklinde tanımlayan Tylor‟un “asgari din
tanımını” reddederek bunun yerine dini, “Yaratıcı bir
varlığa inanç” şeklinde tanımlamayı önermektedir. Tanrı
fikrine akıl yoluyla ulaşıldığını ileri süren Lang‟ın bu
düşüncesini kabul eden Schmidt'e göre insanı doğanın
yaratıcısı ve efendisi olan ve gücü ile doğadaki her faaliyeti
meydana getiren bir Yüce Varlığı kabul etmeye sevk eden şey,
nedensel izah ihtiyacı ile sıkı ilişki içerisinde bulunan
kişileştirme eğilimidir.
Schmidt‟in
Lang ile paylaştığı önemli düşüncelerden bir diğeri de
mitoloji ile ilgilidir. Her iki araştırmacıya göre Etnolojinin
inceleme konusu yaptığı her halkta “üst seviyedeki dinî unsur”
yanında bir de “aşağı seviyede bir mitolojik unsur”
bulunmaktadır. Lang, din ile mit arasında bir çatışmanın
bulunduğunu ve mitlerin “saçma ve alçaltıcı” olduğunu
düşünmektedir. Bu düşüncesini Lang şu şekilde
gerekçelendirmektedir: “Şimdilik ancak şunu söyleyebiliriz ki
dinî telakki, ciddi tefekkür ve teslimiyet yoluyla insan aklından
kaynaklandığı hâlde mitolojik düşünceler, başka bir yoldan,
yani çılgın ve düzensiz muhayyileden kaynaklanmaktadır. Bu iki
tarz Hıristiyanlıkta bile görünmektedir.”
Wilhelm
Schmidt'in Din Bilimi ve Din Hakkındaki Görüşleri
Schmidt,
Din Biliminin, herhangi bir din türünün ya da dinî düşüncenin
hakikati veya değeri hakkında hiçbir değer yargısında
bulunmayarak bu işi etnolojik bilimlerin dışında yer alan Din
Felsefesine bırakması gerektiği hususuna vurgu yapmaktadır. Daha
sonra Schmidt, Din Biliminin konusu olan din kavramını
tanımlamaktadır. Schmidt'e göre din:
"Dünyevi
ve maddi durumların üzerine yükselen bir veya birkaç kişisel
varlığı kabul etmek ve bunlara karşı bağımlılık duygusu
hissetmektir. Çoğu zaman yapıldığı gibi manevi güçler
demiyor, kişisel güçler diyoruz çünkü böylece maneviyat
düşüncesinin henüz gelişmemiş olduğu biçimleri ve dönemleri
kuşatmış oluyoruz. ..."
Schmidt'in
din hakkındaki başka bir tanımlaması şöyledir:
"Subjektif
olarak din, kişinin ilişkiye girdiğini düşündüğü dünya
ötesi bir (ya da birkaç) kişisel Güce karşı bağımlılık
düşünce ve duygusudur. Objektif olarak [din], sübjektif Dinin
ifade edilmesine aracılık eden ve onu açığa vuran dış eylemler
bütünüdür: Dua, kurban, sakramentler, litürji, çilecilik,
ahlaki talimatlar"
Schmidt'e
göre ilkel Budizm, herhangi bir kişisel tanrı tanımadığı için
bir din değil, bir felsefedir. Sonradan ortaya çıkan halk Budizm'i
çok sayıda kişisel tanrıyı kendine mal ettiği için Schmidt,
onun durumunu farklı görmektedir.
Objektiflik
kavramından ne kastettiği konusuna da değinen Schmidt, olguların
sunulması aşamasında mutlak objektiflikten bahsetmenin imkânsız
olduğuna dikkat çekmektedir. Schmidt'e göre aklı her tür mevcut
düşünceden soyutlamayı varsaymak boş bir hayalden ibarettir. Bu
yaklaşım, Din Bilimi alanında tarafsızlık imtiyazını iddia
eden bazı inançsızların ortaya attıkları bir şeydir. Oysa
Schmidt‟e göre özellikle Dinler Tarihi alanında inanan bilim
adamı, inanmayana göre kuşku götürmeyen bir üstünlük
taşımaktadır. Zira din, temelde derûnî bir tecrübeyi içerdiği
için bu tecrübeyi yaşamayanların idrak etmesi mümkün değildir.
Dinî tecrübe yaşantısı olmamış olan din bilimcisini Schmidt,
renklerden bahseden köre ve müzikten hiç anlamayan bir kişinin
bir müzik başyapıtını değerlendirmesine benzetmektedir.
Dolayısıyla Schmidt'e
göre mutlak manada bir objektiflikten bahsetmek anlamsızdır. Bu
ölçüt yerine benimsenmesi gereken yaklaşım, hem inanan hem de
inanmayan bilim adamının sahip olduğu dünya görüşünün,
felsefenin ve bunlardan kaynaklanan gerçeklik ve değer yargılarının
olgulara ilişkin tarihsel açıklama üzerinde herhangi bir etkide
bulunmamasını gözetmesidir.
Kişisel
Kanaatim ve Gelecek Yazı Hakkında
Maalesef
dil sorunundan ve başka sorunlardan dolayı 12-13 ciltlik bu
kapsamlı esere doğrudan bakamıyorum. Makalelerden topladığım
bilgilerin bir kısmını size aktarmış oldum. Prof. Necati
Akder'in Schmidt'in kitabının 8. cildini inceleyen makaleside çok
değerlidir ve ilgililerin onuda okumasını tavsiye ederim. Ben
bu yazıyı fazla uzatmayı doğru bulmuyorum ve şimdilik oradaki
bilgileri aktarmıyorum.
Wilhelm
Schmidt 'in kesin bir ıspat ortaya koyduğunu söyleyemem fakat
büyük ölçüde makul bir tablo çizmiştir. Bu tablonun semavi
dinler lehine olduğuda ortadadır. Ancak Schmidt'in çalışmalarının
bizi yaklaştırdığı şeyin gerçekte ne olduğunu belirtmek
istiyorum. İlk insan toplumunun yeryüzüne dağılıp bölünmesinden
önce hangi inanç üzere olduğuna dair önemli bir çalışma
ortaya koymuştur fakat bu ilk insan toplumunun dağılmaksızın kaç
yıl , belki kaç bin yıl bir arada durduğunu bilmediğimize göre
ilk insan toplumunun ilk inanışının nasıl olduğu sorusuna
eldeki etnoloji bilgisi üzerinden kesin bir cevap verilemez. Yinede
Schmidt başarılıdır çünkü dinlerin evrimini öngören
teorilerin temel varsıyımına ciddi bir darbe indirmiştir. En
'ilkel' kabilelerde de Tanrı inancının olduğunu göstermiştir.
Bununla kalmamış bazı avcı toplayıcıların tek tanrı
inanışında olduğunu göstermiş ve hatta avcı toplayıcılardaki
en yaygın özellikler dikkate alınırsa ilk insan topluluğunun
dağılmadan önce tek tanrılı bir dine sahip olduğunun güçlü
işaretleri olduğunu ortaya koymuştur.
Wilhelm
Schmidt başlangıçta var olduğunu düşündüğü tek tanrılı
dinin nasıl bozulduğu hakkında da açıklamalar yapıyor fakat
okuduğum makalelerde duna dair çok az açıklama vardı. Azıcık
bilgimle kendi yorumlarımı harmanlayıp şöyle diyebilirim:
Tarımla uğraşmaya başlayan toplumlarda toprak ve su önem
kazanmıştır. Bunlarda Ana tanrıça figürü ve çok tanrıcılık
yaygındır. Buna karşılık hayvancılık ve göçebelik üzerine
bir yaşam inşa eden toplumlarda tek tanrı anlayışı daha çok
görünmekte ve daha çok gök tanrısına inanmaktadırlar. Yani
insanların avcı - toplayıcılıktan vazgeçerek yeni yaşam
biçimleri ve meslekler edinmeleri inanışlarının değişmesini
kolaylaştırmıştır. Özellikle tarımla uğraşan insanların
birden fazla unsurun biraraya gelişine muhtaç olması çok
tanrıcılığı tetiklemiş olabilir diye düşünüyorum. Su ,
toprağın verimi , dolu , fırtına gibi iklim olayları ürün,
mahsul üzerinde hep etkili unsurlar olduklarından ve çoğu zaman
aynı anda tüm faktörler olumlu ya da olumsuz yönde olmayıp
farklı kombinasyonlar oluşturduklarından çok tanrılı inanışlara
sapmaya zemin hazırlamış olabilirler. Çoğu çok tanrılı dine
bakıldığı zaman her şeyin kaynağı olan , varlığının
başlangıcı olmayan yüce bir Tanrı'ya inanmakla birlikte evrenin
yönetiminin çok sayıda küçük tanrıya bırakıldığını
düşünmektedirler. Öyle sanıyorum ki tarımla uğraşmaya
başlamış olmak yerleşik yaşamı getirmekle birlikte zaten var
olan hiyerarşi ve toplumsal sınıflaşmayı daha üst mertebeye
çıkardı ve böylece zamanla (sözde) tanrı - kralların doğuşuna da
zemin hazırladı.
Burada
Wilhelm Schmidt'in ortaya koyduğu argümantasyona karşı muhtemel
bir itirazın evrim teorisi üzerinden geleceğini düşünüyorum.
İkinci yazıda konuyu evrim üzerinden analiz etmeyi düşünüyorum.
Üç durumlu bir analiz: Hiç evrim olmadığını varsayarak,
Yaratıcı kontrolünde bir evrim olduğunu varsayarak ve
tesadüfsel(Darwinist) evrim düşüncesi üzerinden konuyu
değerlendirme niyetindeyim.
ikinci
yazıda Pettazzoni'nin hem dinlerin evrimini hemde vahyi reddeden
görüşünü de ele almam gerekecek.
İkinci
yazıda inanç psikolojisinede kısmen girme niyetindeyim
Wilhelm
Schmidt'in teorisini desteklemek için kullandığı ikinci argümanı
ise bu serinin üçüncü yazısında işleme niyetindeyim.
Yazımı
bitirirken ünlü bir kızılderili şefi olan Oturan Boğa'nın
bir sözünü hatırlatmak istiyorum:
“I
am a red man. If the Great Spirit had desired me to be a white man he
would have made me so in the first place.”
“Ben
kırmızı bir adamım. Eğer Büyük
Ruh benim beyaz bir adam olmamı isteseydi,
beni ilk etapta öyle yapardı.”
Kaynakça:
WILHELM
SCHMIDT’TE AVCI-TOPLAYICILARIN TEK TANRICILIĞI, Dr. İbrahim
Hakkı KAYNAK
Monoteizm
ve Yüce Varlık Konusunda Wilhelm Schmidt ile Raffaele Pettazzoni
Arasındaki Tartışma ,
RAMAZAN
ADIBELLİ , DR.,
ERCİYES Ü. İLAHİYAT FAKÜLTESİ , Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
50:2 (2009), ss.113-152
Bu
yazıyı beğendiyseniz aşağıdaki yazıyı da tavsiye ediyorum:
Allah razı olsun ,dinler tarihi hakkinda internette birtek sizin makaleleriniz var doğru dürüst. Ben allaha ve kurana inaniyorum ama tek sorunum dinler tarihi. Yani insanlik tarihi 50000 yıl ve islam son 1400 yılda çikmiş bir din ve bu zamanda kadar binlerce din ve kültür geçmis. Ve kuran ve tarih ilişkisnide kuramıyorum. Allah razı olsun makaleleriniz işe yaradı ama bu konuyla ilgili ayrıntili bilgiye nerden ulaşabilirm?
YanıtlaSilWilhelm scmidt in çok kapsamlı ve ciltler dolusu , büyük eseri incelenmesi gereken bir kaynak olmakla birlikte maalesef almancadır. Keşke çevirselerde bizde okusak. Diğer atraftan diyanetin diğer dinleri anlatan bir eseri mevcuttur. Türkçe ve akademisyen titizliği ile hazırlanmış bir kaynak olması sebebiyle (henüz çok az bir kısmını okumuş olmama rağmen) bu kaynaktan başlamanızı tavsiye ediyorum.
Silhttps://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/09/64-hz-nuh-950-yil-nasil-yasamistir/ bunu okuyun
Silhttps://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/09/64-hz-nuh-950-yil-nasil-yasamistir/ bunu oku bir de https://l.instagram.com/?u=https%3A%2F%2Fdrive.google.com%2Fopen%3Fid%3D1O74ScKroX2FhNzxYorG16C2qW6HE1Z_y&e=ATPKOqsD5KsatbkSz7almsSiblAGJCVjUnXpk3YViw3xSDFPAOY4uHhJdGBPd8S4_TGpo7VjkU4tqiBYMawISdA&s=1 buraya bak
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilHocam selamınaleykum geçen gün mesaj atmıştım ilgilenebildiniz mi ?
YanıtlaSilAleyküm selam. Göbekli tepe yi ileride ele almayı planlıyorum şuan önüm de başka konular var. Alıntı yaptığınız zatın yüzsüzce itiraf etmek zorunda kaldığı üzere kuran tarih vermedi ve bu sebeple çürütülemez. Diğer taraftan kuran tüm kavimlere peygamber gönderildiği ni söyledi ama isimlerini verdiği peygamberler genel olarak belli bir coğrafyaylasınırlı kalıyor. Yani ismini vermemiş olduğu peygamberler olduğu anlamı çıkar buradan sanıyorum ve bir hadis rivayet inde 124bin peygamber olduğu söylenmesi de insanlık tarihinin 7bin yıldan uzun olduğuna işaret ediyor olabilir. Akrabam olan bir imam efendi den insan lık tarihinin uzun olduğu na dair hadis rivayet i dinlemiştim ama henüz araştırmadım. Araştırmacı bir arkadaşımın söylediğinden bildiğim kadarıyla 7bin tarihini tasdik edici hadis rivayetide varmış fakat israiliyyat olup olmadığı araştırılmalı. Zamanında hazreti peygamber vesilesi ile Müslüman olmuş bazı yahudi alimlerini nin bazı sözleri hadis külliyatına girmiş ve bu tarz sözleri ayırt edip israiliyyat TIR damgasını vurmak hadis alimlerinin harcıdır. Yani hem insanlık tarihini uzun hemde kısa gösteren rivayetler varsa hadis alimlerinin analizleri gerekir. Bahane arayan ateistlerin dönüp kendi varsayımlarına yanması lazım. Hani diyorlardı ya din yerleşik yaşamın bir gereği olarak ortaya çıkarılmıştı. Görülüyoki insanoğlu yerleşmeden ve kendine bir ev yapmadan öncede oldukça ileri seviye dini inanışlara, duygulara, ibadet şekillerine ve kutsal mekan ve mabedlere sahip olabiliyormuş.
Sil